Dönüşüm bu kadar zor olmak zorunda mı?

 

 

Yetişkinlerin sakin sakin görüşlerini paylaştıkları bir toplantıda, bir kişinin anlık, beklenmedik bir tepkisiyle ortalığın alevlendiğine, alevin başkalarına da sıçradığına ve toplantının ciddiyetten uzaklaşıp çocuk parkındaki paslaşmalara döndüğüne şahit olmayanımız var mı? 

O anki farkındalığımıza göre bu ani değişimi algılayışımız değişir. Tepkinin yerinde olduğunu düşünebiliriz, karşı tarafı –ki her zaman bir karşı taraf vardır– suçlayabiliriz, şaşırabiliriz veya yılların tecrübesi, yaş ve ünvanımıza rağmen hala büyümemiş parçalarımız olduğunu fark edebiliriz.

Genelde bu farkındalık ilk önce başkalarında, sonra kendimizde bunu görmeyle başlar. Önce başkaları ayna olur bize.

Geçmişte donup kalmış, büyüyememiş taraflarımızı kabul etmemiz kolay değildir. Bu kısımlar tetiklendiğinde; küçükken, sınırlı algılarımızla kurduğumuz inançlarımız, bastırdığımız anılarımız, yüzleşemediğimiz duygularımız ve bağlılıklarımız, beklenmedik bir anda yüzeye çıkar ve bizi hazırlıksız yakalar.

Hadi farkındayız bu tetiklenmenin diyelim, gene de olgun bir şekilde davranacağımızın garantisi yok. Kendimize söz geçiremediğimiz anlar olmadı mı? “Bu öfke nereden çıktı?” sorusunun cevabını bildiğimiz halde, öfkemizi başkalarına püskürttüğümüz anlar olmadı mı? Kendimize kızmak ve “Gene aynı şeyi yaptım”, diyerek üzülmemiz doğal. Dönüşüm sürecinin bir parçası.

İnanın, bunu ben de sorguladım yıllarca. İyileşme ve dönüşüm neden zor? Bu kadar zor olması gerekiyor mu? Ve buldum cevabını. 

Tetiklenen yaramızı iyileştirirken aslında biz büyük bir kişisel dönüşüm yaşıyoruz, ki bu bizi kökten büyütüyor ve  ilerideki yüzleşmelerimize de yardım ediyor. Bu süreçte kestirme yok ve süreci yönetebilmemiz gerekiyor. Genel hatlarıyla o veya bu şekilde tamamladığımız oluşumları şöyle özetleyebilirim.

Büyüyememiş parçamıza bağlanmayı öğreniyoruz. Kendimizle bağımızı güçlendiriyoruz. Buna, içimizdeki çocukla bağlantı kurmayı öğreniyoruz, da diyebiliriz. 

Bir duyguya bağlanmak yerine çoklu hissetmeyi, diğer bir deyişle, birden fazla duygunun aynı anda var olabileceğini deneyimliyoruz. İçimizden yükselen sessizliğin ortaya çıkardığı sevgi ve şefkati fark ediyoruz. “Ne hissediyorsun şimdi?” sorusunu bir cümle ile değil, uzun bir paragrafla anlatabileceğimizi görüyoruz.

Bir değil, iki değil, açığa çıkmış bütün duygularımızla yüzleşebilme kapasitemizi artırıyoruz.  

Eğer duygularımıza alan açmazsak, yüzleşmezsek, bilinmezliğin verdiği korkuyu örtmek için neler yapabileceğimizi fark ediyoruz. 

İçgüdüsel tepkilerimizin (savaş, kaç veya kilitlen) ötesinde bilinçli yaşamayı öğreniyoruz.

Görmezden geldiğimiz, hatta farkında bile olmadığımız duygulara kucak açıyoruz. Her ne kadar duygular, düşünceler gibi insan olmanın parçasıysa da, aynı düşünceler gibi, duygular da gelir geçer. Duygularımız yeni deneyimlere açılmamız, her nefeste yaşadığımızı fark etmemiz için mükemmel araç. Ama amaç değil. Aynen mutlu olmanın amaç olmadığı gibi. 

Yaşam tecrübemize göre yazdığımız hikayeleri gözden geçiriyoruz ve yetişkin halimizle değerlendiriyoruz. Gerekirse yeniden yazıyoruz hikayelerimizi ve uygulamaya geçiriyoruz. İnançlarımızın doğasını anlıyoruz.

Kendi dönüşümümüzü yaşarken etrafımızda yarattığımız rahatsızlıkları da farkedip, onları da kapsamaya başlıyoruz. Duyarlılığımızı genişletiyoruz. Biz değiştikçe ilişkilerimiz de değişiyor, birbirimize sunduğumuz aynalar değişiyor. Bu da bir çeşit yönetim gerektiriyor.

Farkındalık seviyemiz ne olursa olsun hepimizin kendini bulma yolunda eşit olduğunu ve birbirimize ayna tutmanın kıymetini algılıyoruz. Kötü, kötü, iyi de iyi olmaktan çıkıyor ve tecrübeye dönüşüyor. Aldığımız seansların, saatlerce sessiz oturmaların, bizi bu yolda ne öne geçirdiğini ne de geride bıraktığını idrak ediyoruz.

Yukarıda anlattığım her bir oluşum başlı başına yoğun bir süreç. Bunların paralel gelişmesi, dönüşümü, kişiye ve insanlığa özel, doğal bir sürece sürüklüyor. Sinir sistemimiz yeniden inşa edilirken, eskinin tekrarı, kararsızlık, ve hissettiğimiz acı çok doğal.  

Her ne kadar sevimli gelmese de, acı, kendimizi tanıyıp, kabul etmemiz için gerekli. Acı çok iyi bir öğretmen. Acı çekmeden bir hayat geçirmeye niyet etmek, robot gibi yaşamakla paralel. Acıyı hayatımızdan çıkarmak yerine, canımız acıdığını kabul etmek bizi derinleştirecektir. İlla sürekli acı çekmemiz gerekir demiyorum. Zaten çektiğimiz acının sebebini anlayınca acı, acı olmaktan çıkıp tecrübeye dönüşüyor. 

Takmak istemediğimiz maskeleri taktığımız anlardaki kızgınlığın şefkate dönüşmesi de sevginin ta kendisi.

Biliyoruz bir bebeğin doğması için 9 ay gerekli veya ektiğimiz tohumun meyveye dönüşmesi için mevsimler, o zaman neden kabul etmiyoruz kişisel farkındalığımızın doğal bir süreci takip ettiğini,  zaman ve emek gerektirdiğini?

Nasıl 9 aylık hamileliği 9 anneye bölüp, 1 aya düşüremiyorsak, odaklı kişisel dönüşüm çalışmalarımızla süreci kısaltabiliyoruz ama yok edemiyoruz. 

Yıllarca inandığımız doğrular silinip, yeni bağlantılar kurulurken, sinir sistemimiz yeniden şekillenirken, bizim bu süreci sindirip yönetmemiz için zamana ihtiyacımız var.

Her dönüşüm bizi başka bir dönüşüme hazırlıyor ve farkında olmadan başkalarının dönüşümlerini de tetikliyor. Bütün bu gelişmeler aynı anda hızlı hızlı olsa toplum düzeni de alt üst olurdu büyük olasılık. 

Sadece kişisel değil, toplumsal dönüşümleri de sindirmek lazım, bir ileri, iki geri… iki ileri, bir geri… Bu da zamanla olur. Emek ister.

Unutmayalım, dönüşüm bir amaç değil. Kendimizle barışık yaşamanın bir parçası ve bunu keyif alarak yapmamızın hiç bir sakıncası yok. 

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Scroll to Top
Gizliliğe genel bakış

Bu web sitesi, size mümkün olan en iyi kullanıcı deneyimini sunabilmek için çerezleri kullanır. Çerez bilgileri tarayıcınızda saklanır ve web sitemize döndüğünüzde sizi tanımak ve ekibimizin web sitesinin hangi bölümlerini en ilginç ve yararlı bulduğunuzu anlamasına yardımcı olmak gibi işlevleri yerine getirir.