
Nasıl hissetmem gerektiğini bilmek istiyorum.
2022 yapımı “White Noise” (Beyaz Gürültü) filminde, Jack ve Babette Gladney’nin sıradan banliyö yaşamı, 1984 yılında meydana gelen bir tren kazasıyla açığa çıkan ölümcül zehirli gaz bulutuyla aniden altüst olur. İlk başta tehlikeyi inkâr ederler, ancak sonunda evlerini tahliye etmek zorunda kalırlar. Arabayla yola çıktıklarında, otoyolda yalnız olmadıklarını ve sıradan yaşam mücadelesinden, felaketle başetme moduna geçmeleri gerektiğini fark ederler. Trafikte durduklarında, arka koltukta oturan dört çocuktan biri Steffie, etrafındaki arabalarda sıkışmış insanları incelediğini gizlemez. Nedenini sorduklarında, şu yanıtı verir: “Nasıl hissetmem gerektiğini bilmek istiyorum.”
Noah Baumbach tarafından yönetilen, bu absürt komedi-drama, White Noise, Don DeLillo’nun aynı adlı romanından uyarlanmıştır. DeLillo, Jack’in bakış açısından şöyle yazar:
“Kar yağmaya başlarken yola çıktık. Birbirimize söyleyecek pek bir şeyimiz yoktu, zihinlerimiz henüz olayların gerçekliğine, tahliye gibi absürt bir gerçeğe uyum sağlamamıştı. Genellikle diğer arabalardaki insanlara baktık, yüzlerinden ne kadar korkmamız gerektiğini anlamaya çalışarak.”
Yeni bir durum, özellikle kriz, birçok bilinmezi beraberinde getirir ve bilinmezlik, çoğumuz için duygularımıza dalmak ve kendimizi ifade etmek adına rahat bir alan değildir. Bunun yerine, çevremize bakar ve diğer insanlardan ipuçları alırız. Uyum sağlamak bazen kendimizi güvende ve emniyette hissetmemize neden olabilir.
Bebeklerin, bakıcılarının tepkilerini gözlemleyip benzer koşullarda onları taklit ettiğini fark ettiniz mi?
Bebekler, öğrendikleri şekilde tepki vermeye devam ettikçe kabul görürler ve bu tepkiler pekişir. Bu hayatta kalma pratiğine büyüdüğümüzde de devam ederiz. Duygularımızı, bakış açılarımızı ve kimliklerimizi, bazen başkalarına, dine, kültüre, dile ve daha birçok şeye ait olabilecek referanslar üzerine inşa ederiz.


