
İlginç değil mi, bazen bir yabancıya açılmak, sevdiğimiz birine içimizi dökmekten daha kolay? Yıllardır bizi rahatsız eden bir hikayeyi; uçakta yanımızda oturan bir yolcuyla, ya da solo seyahatimizde beklenmedik bir yerde, hiç tanımadığımız biriyle paylaştığımız olmadı mı? Hatta anladığını sözlerle ifade edemeyen kedimize, köpeğimize, ağaca anlatmadık mı?
Peki, neden, sevdiklerimizleyken, kendimize bağlı kalmamız bu kadar zor?
Bizi ne engelliyor? Reddedilme korkusu mu, başarısızlık mı, yoksa ilişkilerimizin kırılma olasılığı mı?
Hata yaparsak sevilmeme veya saygı görmeme riski mi korkutuyor bizi?
Peki, bu korku hep başkaları ile mi ilgili? Yoksa, bazen kendi otantik benliğimizi biz mi reddediyoruz? Gerçek benliğimizin ortaya çıkmasına, onunla arkadaş olmayı düşünecek kadar izin veriyor muyuz? Arkadaşlığı unutun bir an – kırılganlığımızın varlığını kabul edecek cesaretimiz var mı?
Kırılganlık, genellikle reddedilme, başarısız veya rahatsız hissedebileceğimiz durumlarda, açık, otantik ve dürüst olma cesareti diye biliniyor. Tanışmayan var mı kırılganlığıyla? Onu kucaklamak bir zayıflık değil, derin bir güç. Bağlantılarımızı derinleştirir, duygusal gelişimi destekler ve bizi kendimize, yaşamımıza ve ilişkilerimize uyumlar, deniyor.
Peki, kırılganlığımızı hissedebiliyor muyuz? Mükemmel olma beklentimize rağmen onu kabul ediyor muyuz? Onunla gerçekten arkadaş mıyız?
Çoğu zaman hayır. Bazen kırılganlığımızı saklamayı, hayatta kalmak, acı çekmemek için geliştirdiğimiz maskelerimizi takarak yaşama devam etmeyi tercih ediyoruz. Ve bir müddet sonra benliğimizle olan bağımızı kaybediyoruz. Bazen bu maskeleri taktığımızı bile fark etmiyoruz. Maske takmak, kırılganlığımızla açığa çıkacak acıyı yok etmenin bir yolu gibi görünse de; iyilikten çok, zarar getiriyor, maalesef. İçimizdeki huzur ve güvenle bağımızı kaybederek, başka biri oluyoruz. Bitmek bilmeyen işlerle günlerimizi doldurup, sıradanlaşan hayatlarımızdan yakınıyoruz. Sahip olmadığımız sevgiden şikayet ediyoruz ve kemiklerimize işleyen yalnızlığımızı saklıyoruz. Bedenimizin uyarılarını duymuyoruz veya örtbas ediyoruz.
Ne yaptık, gördünüz mü? Kendimizi koruma niyetiyle başladık, kendimizden uzaklaştık, yabancılaştık, yalnızlaştık.
Peki, entelektüel olarak kırılganlığımızı kabullenmenin, hayatımızı keyifle tecrübelemenin, tek yolu olduğunu bilmemize rağmen, neden kabul edemiyoruz? Çünkü bu hiç de kolay değil.
Kırılganlığımızı gizlediğimizde, genellikle bir sürü karışık, çelişkili, iç içe geçmiş, civa gibi ağır duygular basar bizi. Yazarken bile kalbim sıkıştı.
Korku: Yargılanma, yanlış anlaşılma, reddedilme veya terk edilme korkusu; “zayıf” veya “yeterince iyi değil” görünme korkusu.
Utanç: İçimizde doğuştan yanlış veya bozuk bir şey olduğuna dair bir his; “gerçek benliğimiz” ortaya çıkarsa sevilmeme veya ait olmama hissi.
Yalnızlık: Kırılganlığı saklamak başkalarıyla duygusal mesafe yaratır; kalabalık bir odada bile görünmez, duyulmaz veya izole hissedebiliriz.
Kaygı: Sürekli “açığa çıkma” veya ifşa olma endişesi; taktığımız maskenin ne kadar süreyle sürdürülebileceği korkusu.
Hayal Kırıklığı: Otantik olma arzusu ile bunun korkusu arasında sıkışıp kalma hissi; “sadece gerçek olamadığımız” için kendimize öfke.
Üzüntü: Gerçek bağlantı için kaçırılan fırsatların yasını tutmak; tam olarak tanınmamış veya anlaşılmamış olmanın verdiği sessiz bir keder.
Suçluluk: Başkalarına güvenmediğimiz veya gerçek benliğimizi yaşamadığımız için suçluluk; numara yapma veya “saklanma” sebebiyle suçluluk.
Kendinden Şüphe: Değerimizi, cesaretimizi ve olduğumuz gibi sevilme yeteneğimizi sorgulamak; maskenin altında kim olduğumuzu şüpheyle merak etmek.
Çaresizlik: Saklanma döngüsünü kıramamanın getirdiği güçsüz hissi; kendimizi açığa çıkarırsak işlerin daha kötü olacağına inanmak.
Kin, öfke: Saklandığımız için bizi “görmeyen” başkalarına karşı; kırılgan ve açık olamadığımız için kendimize karşı hissettiğimiz öfke.
Aslında bu duygular ideal diye düşündüğümüz referanslara ters düştüğümüzde, yan çizdiğimizde ortaya çıkar. Her ne kadar kafamızdaki referanslar bize aitmiş ve evrensel doğruymuş gibi gözükse de, çoğu zaman bizim özümüzle alakası yok, öğretilerden veya inanışlardan çok da farklı değil. Kısacası, asılsız. Bunu farkedemediğimizden, kendimizi kırbaçlamamak ve suçlayıp susturmamak kolay değil. Bu aslında bir gelinciğe ‘niye papatya değilsin?’ diye kızmak gibi bir şey.
Kırılganlığı saklamak, acıdan bizi koruyor gibi gözükse de, genellikle uzun vadeli duygusal acıya yol açar. Derin bağlantı, kendini ifade ve iç özgürlük pahasına bir “güvenlik” hissi yaratır.
Kırılganlığımızla ilişkimiz göründüğünden çok daha karışık. Kırılganlığımızı sadece başkalarından değil, kendimizden de saklarız. Onu sadece görüp, nefes almasına, var olmasına izin versek, bizim bir parçamız olacak. Uyumla yaşayacağız, mutlu son. Fakat, nerde…sorun, zaten kabul etmememiz. Bazen onunla ne yapacağımızı bilmiyoruz veya farkında bile değiliz, o kadar ihmal etmişiz ki görünmez olmuş ama yok olmamış, aksine daha da köklenmiş.
Karışıklık bitmedi daha, duyguları deştikçe derinleşiyor, entrikalar çıkıyor. Hazır mısın? Kırılganlık sadece istenmeyen durumlarla bağlantılı olmayabiliyor. Güzel bir deneyimin, ardından kötü bir şeyin gelebileceği korkusuyla neşenizi saklama veya dudağınızı ısırma dürtüsü gelmedi mi hiç? Sadece insan olmak bile bir öz şüphe kaynağıymış gibi, suçluluk veya utançla yüklenmiş gibi, kendinizi iyi hissetmekten kaçındığınızı hatırlamıyor musunuz? Duygu yelpazesini, ayıklamadan, seçmeden, olduğu gibi deneyimlemek kırılganlık değil de, ne?
Bastırılmış kırılganlığa tutunmak, duygusal bir darboğaz yaratma eğilimi gösterir. Onu ne kadar bastırır ve inkar edersek, bu duygular daha çok birikir. Ancak, kırılganlığı sağlıklı yollarla kucaklamayı ve ifade etmeyi öğrenerek, bu birikmiş duyguları serbest bırakabilir ve iyileşme, büyüme ve daha derin bağlantılar için alan yaratabiliriz.
Peki, nasıl?
Kırılganlığımızla bağlantı kurmamıza ve onu ifade etmemize yardımcı olabilecek bazı uygulamaları paylaşmak istiyorum.
Beden Odaklı Günlük Tutma: Bu uygulama, fiziksel duyumlarınıza odaklanmanızı ve ardından bunları bir günlüğe yazmanızı teşvik eder. Örneğin, kendinize sorun: “Korkuyu vücudumun neresinde hissediyorum? Bu korkuyu tasvir etmek istesem, hangi şekil veya rengi seçerim?” Bu yöntem, beden farkındalığını yazmayla birleştirerek duygularınızı ifade etmenize ve bunların fiziksel olarak nasıl tezahür ettiğini anlamanıza yardımcı olur.
Nefes ve Sesle Resim Yapma: Bu uygulamada, nefes ve ses kullanarak (mırıldanma, iç çekme veya şarkı söyleme gibi) hislerinizi ifade edersiniz. Beden odaklı günlük tutmada kendinizi ifade etmek için kullandığınız yazı, fiziksel bedeniniz, nefesiniz, sesiniz olur.
Duyguların Beden Haritası: Bedene odaklı günlük tutmada yaptığınız gibi duyguların vücudunuzda ortaya çıktığı yerleri hissedip, çizebilir ve duygularınızı renklendirebilirsiniz (örneğin, korku için göğüste sıkışma, sevgi için kalpte sıcaklık). Bu uygulama, duygusal deneyimi fiziksel duyumlarla ilişkilendirmenize yardımcı olur. Bunu farklı zamanlarda uygulayın, renkleri, şekilleri ve fiziksel duyumları gözlemleyin.
“Beni Gerçekten Tanısaydın…” Çemberi: Bu uygulama başkaları ile yakınlık kurmanıza yardımcı olur. Baskısız! çok önemli bu. Deneyin, baskı ve beklentiden uzaklaştığınızda ne hissediyorsunuz o alanda. Arkadaşlarınızla, eşinizle ve ailenizle oynayabilirsiniz. Çemberde katılımcılar “Beni gerçekten tanısaydın, bilirdin ki…” cümlesini tamamlar. Dediğim gibi sessiz de olabilir bu oyun.İlla paylaşmanız gerekmiyor, hatta sessizde içinizden yanıtlayabilirsiniz bu soruyu. Önemli olan sizin kendinizi duymanız başkasına duyurmak ve başkasını duymadan önce.


