
Yeni yıla girerken, dilekte bulunmayanımız var mı? En azından geçmiş yılın muhakemesini yapıp, gelen yıl için planlarımızı oluşturmuşuzdur. Hatta sosyal medyada dolaşan bir paylaşım beni çok güldürdü. Küvette keyif çatan bir kadın, Tanrı’yı telefonla arar. 2025 sağlık ve zenginlik paketine eklendiğinden emin olmak ister, ki hayat dersleri ve yenilmez savaşçı paketinde yer almayı hiç arzulamıyordur.
Her ne kadar dileklerimizi, hayatımızın parlak kısımlarına bağlasak da, hayatımızın karanlık kısımlarıyla yüzleşmeden, bir yıl bile geçmiyor. Geçmesin de. Karanlıklarımızda yatan potansiyelimizi kapsamak ve yaşama dönüştürmek başımıza gelecek en iyi şeylerden biri.
Aslında, içten içe, yaşamımızın hakkını vererek yaşamak isteriz fakat bazen dile getirmeye çekiniriz. Kim oluyoruz da bunları istiyoruz, karanlıktaki potansiyel de neymiş? Cevher miymiş de çıkaralım açığa? Cevher bile olsa, işlenmeden ne anlamı var? Ne ile karşılaşacağımızı bilmeden niye risk alalım, bir de işlemesi var tabi?
Her ne kadar acının en iyi öğretmen olduğunu bilsek de, acıyı yok etmek isteriz. Niye acı çekmeyi kabul edelim?
Tamam, ilk tecrübelerde çekmişizdir çekeceğimiz acıyı da bunu tekrar tekrar yaşamanın ne anlamı var, üstünü örtüp maskemizi takıp, aldırmaz davranmak yerine? Bir müddet sonra durumlar değişse de biz şartlanmış bir şekilde aynı tepkiyi veririz. Anlamayız bile, durum farklı, belki de durup bir bakmak lazım. O kadar da eminizdir ki bir tekrar olduğundan, otomatik cevabımız hazır, niye kalalım orada bir kere daha acı çekelim?
Aslında bu tekrarlardan çıkmanın hem çok kolay hem de çok zor bir yolu var: Anda kalmak.
O anı olduğu gibi kapsamak. Anda kalmak bizi, anladığımızı sandığımızın ötesine götürür.
Bir kapı gibidir. Çoğu zaman kaçarız öteden, kapatırız kapıyı devam ederiz tekrarlarımıza, maskelerimizi takmaya. Ama bazen dururuz kapı eşiğinde, hazmederiz ötesini. Merakımız artar, kendimizi anlamak isteriz, bir çeşit güç toplamışızdır kendimizle yüzleşmeye. İşte o an dönüşüm başlar, iyileşir yaramız bir nebze. Biz bunu tekrarladıkça, anda kalabildikçe etkisini hissederiz ve bu bize güç verir.
İçimizde depreşen acı her neyse gözlemleme kapasitemiz artar, kendimizle özdeşleştirmeden bakabiliriz hissettiklerimize. İlk ne zaman o hisleri hissettiğimizi bulup, geçmişteki bizi kucaklayabiliriz. Geçmişteki “biz”i kucaklayan, iyileştiren, “şimdiki biz”den başkası değildir.
Anda olmak bize güç verir. Bir zamanlar acı çekmiş kişi değiliz artık. Ebeveynlerimize veya bize bakanlara bağlı değiliz ve gücümüz var hayatımızı istediğimiz şekilde yönlendirmeye. O zaman ne duruyoruz?
Ufak ufak farkındalık pratikleri ile başlayabiliriz. Her gün beş dakika. Reklamlara bakıyoruz, yoldan geçenlere, tanıdık tanımadık etrafımızdakilere… kendimize niye bakmıyoruz? Üstelik tek yapacağımız, anda kalmak. Otomatik cevap vermeden, biraz kalabilmek o alanda. Yavaş yavaş rahat hissetmek, genişletmek farkındalık çemberimizi.
Yaralarımız genellikle geçmişle bağlantılıdır ve onları şimdiki ana getirdiğimizde eski yaraları yeniden ziyaret ediyormuşuz gibi hissedebiliriz fakat, iyileşmenin anahtarı, bu geçmiş deneyimleri şimdiki zamana NASIL getirdiğimizdir, onlardan kaçmak değil.
Yaralarımızı hatırladığımızda, geçmişe takılmak zorunda değiliz. Bu deneyimlere şimdiki anda farkındalık getiriyoruz, bu da onları işlememize ve sıkışmış blokajları serbest bırakmamıza yardım ediyor.
Öncelikle bizi neyin tetiklediğini kavrıyoruz ve deneyimi şu anki halimizde yeniden değerlendirme fırsatımız oluyor. Şimdiki anda, geçmiş travmaya bağlı duyguları (öfke, üzüntü, korku) onlara kapılmadan hissetmemize izin verebiliriz. Bu, iyileşmede ve dönüşümde, çok önemli bir adımdır.
Şimdiki an, geçmişimize nasıl tepki vereceğimizi seçme gücünü bize verir. Acının kurbanı olmak yerine, onu bilinçli olarak işleyerek karar verebilme gücümüzü deneyimleriz.
Anda kalabilmek için uygulayabileceğimiz pratikler farkındalığımızı artıracaktır.
Hatırlayalım nelerin değiştiğini farkındalıkla (bir önceki yazımda anlatmıştım).
- Beyin daha az tepkiseldir: Duygusal tepkilere (sempatik sinir sistemi) veya sürekli analize (sol beyin) aşırı derecede kapılmayız ama farkındayızdır. Beyin aktivitesi daha dengelidir, savaş ya da kaç durumundan uzaktır.
- Beynin yüksek merkezleri devreye girer: Dengeli, sakin bir durumda, karar verme, farkındalık ve yönetici işlevde yer alan beynin prefrontal korteksi daha aktiftir. Bu, duygusal veya otomatik tepkilerle bulanıklaşmadan daha net düşünmeyi ve daha iyi karar vermeyi sağlar.
- Parasempatik sinir sistemi aktiftir: Rahatlamayı ve iyileşmeyi destekleyen parasempatik sinir sistemi daha baskın hale gelir.
- Zihni gözlemleme kapasitesi artar: Derin meditasyonda veya nötr zihindeyken, beyin düşüncelere veya duygulara bağlanmadan gözlemleyebilir. Bu, beynin çalışmadığı anlamına gelmez aksine çalışır fakat düşüncelerle, duygularla özdeşleşmez veya tepki vermez, huzur ve netlik hissinin uyanmasına sebep olur.
Tetiklendiğimizde, topraklanma teknikleri (derin nefes alma veya duyularımızla bağlantı kurma gibi) şimdiki anda kalmaya yardımcı olur ve duyguları, geçmişte kaybolmadan, işlememizi sağlar. Tetiklenen hikayeye dalmak yerine, bedenimizdeki duyumları ve duyguları gözlemleyebiliriz. Gerginliği, sıcaklığı veya rahatsızlığı nerede hissettiğimizi fark edip ve bunun içinden nefes alabiliriz.
Unutmayalım sıkıntımızı “yeniden yaşamıyoruz”, aksine serbest bırakıyoruz.
Sanat terapisi, yazma, meditasyon, ve yoga bize sıkıntı veren durumları dışa vurup anlamamıza yardımcı olur. Ki bu yöntemler, grup içinde veya kişisel, farkındalığımızı güçlendirir.
Her dışa vurumla – bedensel, sözsel, yazısal, müziksel veya resimsel, hatta tatsal – bizi rahatsız eden şeylerin biz olmadığını fark ederiz, blokajları serbest bırakırız.
Kendimizi, başkalarını ve etrafımızı gözlemleyerek, doğada vakit geçirerek – başlangıçta zihnimiz bambaşka yerlerde olsa bile, olaylara farklı bakış açılarıyla bakabilmek -hatta bir müddet sonra objektif olabilmek, yaşamımızı farklı tecrübeleme fırsatı verecektir ki karanlıktaki cevherimizi açığa çıkarmak ve işlemek doğal olarak gelişecektir.


